Her İnsan Kaynakları çalışanı, köprü vazifesine sahip olsa da, bir çalışandır nihayetinde. Durup düşünüyorum, beni bir şirkette acaba ne / neler tutuyor diye?
Bu soruyu sormak, kendimle birlikte tüm iç müşterilerim olan çalışanları ve dış müşterim olan adayları (yani gelecek çalışanları) daha iyi anlamamı sağlıyor. Ben aynı benim. Bütün özelliklerimle, heyecanımla, hüznümle, endişelerimle, mutluluğumla, aynı ben. Peki nasıl oluyor da bir şirkette sergilediğim bir özelliği başka bir şirkette hiç gösteremiyorum. Farkediyorum ki, yaşanılan ortamlar, insanların var olan yetkinliklerini ortaya çıkarabilir de, köreltebilir de. Bir şirketin kültürü, motivasyon için bir faktör olabilir. Ücret paketi ya da sağladığı yan haklar, sosyal ortamı ya da daha bir çok şey. Tatmin, motivasyon, mutluluk, keyif ne güzel kelimeler. Bazen içleri dolu, bazen sadece ağızdan çıkan harfler bütünü. O kadar insanlara göre değişen kavramlar ki. İçten yanmalı, hani hep gülen, hayatta gidecek bir yolu olan insanlar var ya, onlar her yerde bir şekilde motive olurlar. Bir de bay itiraz, bayan muhalefetler var (ki belli dozda heryere de lazım) ki motive etmek kimi zaman çok güç. Yine de, benim penceremden, departman arkadaşları ve en önemlisi yönetici ile olan ilişki kadar etkileyemez hiç bir şey, bir çalışanın aldığı tatmini ya da yaşadığı tatminsizliği.
Bana Değer Verin!
Beni, saygı duyduğum bir markanın çalışanı olmak motive eder. Hak ettiğime inandığım paketi almak motive eder. Sevdiğim insanlarla bir ortamı paylaşmak da motive eder. Ama beni en çok “değer görmek” motive eder. Çünkü ben bir insanım. İşte, beni bir şirkette bu tutar. Dünyada bir çok etkinliği “kanıtlanmış” sistem var. O sistemi ya da bu sistemi. Her ne sistemi olursa olsun bugüne kadar gördüğüm şu ki, insana dokunmayan hiç bir şey “çalışmıyor”. Bir dakika da yıkılıverir güven, bir anda biter bağlılık.
Değer görmek, desteklenmek, kendini ifade edebilmek kadar müthiş bir şey yok. Bir öneri sunarsınız, kabul edilmez belki. Olabilir. Bir şeyler beklediğiniz gibi gitmez, rüzgar tersine döner. Olabilir. Stresli günler yaşar, teslim tarihleri ile yarışırsınız. Olabilir. Bir hata yaparsınız, negatif geri bildirim alırsınız. Olabilir. Yine de, günün sonunda, ortaya çıkardıklarınızın farkedildiğini bilirseniz, her ne olursa olsun özveriniz takdir ediliyorsa, herşeyden önemlisi güven duygusu karşılıklı yaşanıyorsa, T cetvelinin artı hanesi hep ağır çeker. İşte bu pozitif duyguları en çok yaşatacak kişi yöneticidir. Ağırdır yöneticinin sorumluluğu. Yaşasın kartvizitimde “manager” yazıyor diye sevinmekle olmaz bu işler. Sözüm ekibi olan yöneticilere tabi ki. Yoksa bir çok sektörde tek kalem savaşan, yalnızca kendi işini yöneten pek değerli yöneticiler var. Ekibinin lideri olmak, sadece işi değil, insanı yönetmeyi gerektirir ki hiç kolay bir iş değildir. Tabiki tek taraflı çaba ve destek asla yeterli değil, tüm pozitif duygular karşılıklı olmalı. Ama bugün çalışan gözlüğümle yöneticilere bakarak yazıyorum.
Yönetici Olmak ya da Olamamak, İşte Bütün Mesele Bu!
Ey yönetici; “yöneticilik”, ekibini birbirine kırdırarak olmaz. Rekabetten enerji, sinerji doğuracağım diye insani özellikleri hiçe sayarak hiç olmaz. Önce çuvaldızı kendine batıracaksın. Acıdı mı canın? Şimdi iğneyi ekibine batırmayı dene. Yöneticilik, ekibinin yüzüne gülüp arkadan konuşmakla olmaz. Çalıştığın, ekmek yediğin yer, senin çocukluk yaralarını besleyeceğin, havanı atacağın, kibirini yansıtacağın, oyun parkın hiç olamaz. Ayrıca, son moda yenilik ne varsa uygulayalım derken, yerelleştirmeyi unutmamak gerek. Türk insanı duygusaldır, alıngandır. Açık olmak, şeffaf olmak kadar erdemli bir şey var mıdır? Duyguları hiçe saymayıp, açıklama yapmak, neyin niçinini anlatmak, insandaki güven duygusunu perçinler. Şimdi buradan çıkıp, ofis ofis gezip, tek tek tüm çalışanlara sorsak, eminim ki %90 oranında çalışan güven duygusunu ve anlaşılmayı ilk sıralara koyar.
Defalarca duydum: “Bana açık olsaydı keşke, bana terfi ettireceğini söylemeyecekti o zaman, söz vermişti, söz vermeseydi neyse derdim de.“ “Bak bana yalan söyledi, anlıyor musun, martta kesin zam alacağımı söyledi, neymiş üst yönetimden izin alamamış, almadan bana söylemeseydi o zaman.” “Yanına kesin birini alacağım dedi, aylardır ağzıma bir parmak bal çalıyor, baksana tek kişi götürüyorum departmanı, böyle olmayacak iş arayacağım ben.” Daha ne kadar çok örnek var herkesin zihninde, tahmin edebiliyorum.
Kimse aptal değil. Gerçekleri söylemek, günü kurtarmaktan daha önemli olmalı. Sadece bugünü ya da yarını değil daha ilerisini düşünmek gerek. En sağlam ilişkiler, güven ilkesi üzerine kurulur.
Bakıyorum da; yönetici, insan. Çalışan, insan. Patron, insan. Genel Müdür, insan. Mutfak Hizmetlisi, insan. Güvenlik Görevlisi, insan. Pazarlama Müdürü, insan. Ee, herkes insan. Ne ünvanlar, ne yapılan işler, ne bitirilen okullar, ne eğitim düzeyleri; hiç biri insanı anlamaya ve insana değer vermeye engel değil. Bana göre en iyi yönetici ve en iyi lider, önce dinlemesini bilir. Beni anlar. Çözüm arar. Bulamazsa sebebini anlatır. Karar verirken fikrimi alır. Alamazsa haber verir. Kimim, neyim, nereye gidiyorum merak eder. Derdim mi var el atar. Atamıyorsa, atanı bulur. Yanımda ağlar, benimle güler. Bak ben insanım, insan olduğunu biliyorum mesajı verir. Bir sorun mu var şirkette, proje mi iptal oldu, işten çıkarılacaklar mı var, finansal kriz mi yaşıyoruz, iş ortaklığı mı bitiyor, genel bir dedikodu mu olmuş. Neyse ne. Hep birlikte yaparız, hallederiz. Çünkü ben biliyorum, benim değerimi bilen yöneticim var.
Beni yetiştiren, beni geliştiren, azıcık bile olsa hayatıma dokunan tüm yöneticilere saygılar, insan olduğumu hiçe sayan ama bana nasıl yönetici olunmayacağını öğreten tüm yöneticilere (!) selam olsun.
İnsanlar şirketlerini değil, liderlerini terk eder…
İlk Yorumu Siz Yapın