İnsan Kaynakları alanında kariyer yapmak isteyen ya da bazen doğru yerde miyim diye düşünen bir çok kişi bana fikrimi sorduğunda her defasında kendi yolculuğumu hatırlıyorum. Üniversite 3. sınıfın kışında, üstelik işletme bölümünde okurken karar vermiştim; bir gün “psikoloji” yüksek lisansını tamamlayıp “insan kaynakları” alanında çalışmaya. Yıl, 2004.
Adı üzerinde, İnsan Kaynakları ya (ki ismi tartışıldı, evrildi çevrildi ve değişmeye devam edecek belki) “insan” var içinde. Her şeyden önemlisi insanı, en iyi anlayabilecek dallardan birinin; davranışları, düşünceleri bir bütün olarak algılayarak tanımaya çalışan bir bilim olan psikoloji olduğunu düşünmüştüm. Sonra da öğrendim ki; “çalışma ortamında insan”ı inceleyen ve psikolojinin çalışma ile ilgili olan konularını ele alan bir alt dal olan, seçme yerleştirme, psikoteknik testler, motivasyon, iş tatmini, kariyer yönetimi gibi konular ile ilgilenen endüstri psikolojisi ile insan kaynaklarının odaklandığı alanlar ne kadar da benziyor…
Kısacık Özetle Tarihsel Gelişim:
İşin içinde insan oldu mu, bağlantı kurulamayacak alan yok gibi. Sosyoloji de antropoloji de hatrı sayılır şekilde insan kaynakları ile bağlantılıdır. Ancak ben, kendi alanlarımdan biri olan psikoloji ile ilişkisini incelemeyi ve anlatmayı seviyorum.
Genel olarak baktığımızda, endüstriyel psikoloji endüstrinin gelişmeye başlaması ile ortaya çıkmıştır. Endüstri devriminin ardından bazı işlerin makinelere devri ve genel bir makineleşme süreci neticesinde çalışanlarda iş tatminsizliği oluşmuştur. Bu tür sorunları çözmek amacı ile I. Dünya savaşı sırasında ordu personelinin sınıflandırılmasında psikoteknik testler kullanılmıştır. İlerleyen yıllarda da endüstriyel psikoloji ve örgütsel davranış üzerine çalışmalar devam etmiştir. Psikoloji, şirketlerin yönetilmesinde uzun zamandır etkin bir araç olmuş, 1980 yılı sonrası İnsan Kaynakları yaklaşımının önemsenmesinin ardından insan faktörü daha da önem kazanmıştır. Bu noktada endüstriyel psikolojinin, insan kaynakları yönetimi anlayışının gelişmesinde önemli rol oynadığı söylenebilir.
Yeni Devrin Yeni İK Çalışanları
İncili İK’cılar diye tabir edilen masanın arkasında kendi karargahında soğuk, mesafeli, gururlu (!) köprü olmaktan ziyade kendini salt “yönetim dostu, çalışan bekçisi” sanan İK çalışanları devri biteli çok oldu diye düşünüyorum.
Ben yeni kuşak İK’cılarla, özellikle İK blog yazarları ile gurur duyuyorum. Devir artık, kendimi “daha fazla” ve “nasıl” geliştirmeliyim diyenlerin ve bunu başarabilenlerin devri.
İnsan sevgisi güçlü, insanların “kendi en iyi”lerini ortaya çıkarmalarına yardımcı olmak ve paralelinde verimli iş ortamları oluşturulmasına katkı sağlamak isteyen, “meraklı”, kendini ve insanı çözmenin sonu olmadığını bilerek yolda ilerlemeyi, yolun kendisini seven, sürekli öğrenmeye açık, değişime hızla adapte olabilecek, bütünü görmeyi isteyen bir o kadar detaylardan haberdar, attığı her adımda insan faktörünü öne alan, uzlaşmacı, güçlü iletişimci, empatik, enerjik, hayat neşesi olan insanların alanı İnsan Kaynakları.
Kimse İK’cı olmak için kariyerine İK’da başlamak zorunda değil. Başka disiplinlerden de pekala bu alana geçilebilir. Geçilme sebebi ise, içten gelen “İK” aşkı olmalı, “rahat, kadın” mesleği olduğu zannedildiği için değil. Kişilik özellikleri uygun oldukça, farklı disiplin deneyiminin kişiyi ve alanı zenginleştirdiğini düşünüyorum. Rotasyonun önemine inanan biri olarak, bana göre İK kökenli ya da İK’ya inanan Genel Müdür ya da CEO’lar arttıkça, yeni kuşak İK’cılarla ve başka disiplinlerden bambaşka bakış açılarını İK departmanına taşıyan profesyonellerle “İnsan” Kaynaklarının hak ettiği yeri sağlamlaşacak.
İlk Yorumu Siz Yapın