ProvokatİK Temalı MCT İnsan Kaynakları Zirvesi 2014: Benden Bize Yolculuk

Baştan sona özenle hazırlanmış, “konusu” itibari ile insanın enerjisini harekete geçiren, konuşmacıları da konusuna uygun olarak seçilmiş, çok keyifli bir zirveydi. Sadece ilk gününe katılabildiğim, ikinci günün sadece bir iki ana oturumunu aralıklarla pozitiftv den izleyebildiğim için üzgünüm. Özellikle zirveye katılamayanlar için pozitiftv’nin de önemini anlamış oldum böylece, paralel oturumlar hariç tabii…

Zirve’nin en güzel rengi Iyeoka’ydı bana göre. Sesi ve tarzının yanı sıra, sadece müzisyen değil şair, eğitmen, aktivist olan Iyeoka’nın enerjisi, neşesi müthişti. Alper Utku ve Didem Gürcüoğlu Tekay akışı çok güzel yönettiler ve bence sahneye çok yakıştılar. Benim için en dikkat çekici tarafı ikisinin de üzerinde naif bir sakinlik, bir eminlik duygusunun olmasıydı. Evlerine gelmiş misafirleri ağırlamaya çalışan ev sahibi konseptleri havada kalmadı, bizzat yaşattılar bana kalırsa.

Zirve, Iyeoka’nın “I believe that we have 365 days to change” cümlesi ile başladı. My Current Anthem ile nefis bir başlangıç oldu!

İlk oturum, Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları kitabının yazarı John Perkins ile başladı.  Kaynakların hızla yok olduğu günümüzde, daha önce hiç  böyle bir dönem yaşanmadığını aktardı. Perkins bir “bilinç devrimi” yaşadığımızı ve artık “uyandığımızı” söyledi. Dünyanın yarısının aç olduğu bir model, model midir? Başarısızlığa uğramış bir global ekonomiden artık hayat ekonomisine geçmemiz gerektiğini savundu. Değişimin de erkek hiyerarşisi ile değil, kadın liderlerin artması ve erkeklerin dişil yanlarını ortaya çıkarmaları ile mümkün olduğunu söyledi. Dünya genelinde hükümetleri şirketlerin yönettiğini söylediğinde şirketlerin gücünü, kurum kültürlerini, insan kaynakları departmanlarının duruşunu ve vizyonunu bolca düşünme fırsatım oldu.

Kutsal Ekonomi kitabının yazarı Charles Eisenstein; konuşmasına etkileyici bir “occupy wallstreet” videosu ile başladı. Ekonomi senin için fazla benim için daha az demektir, aşk ise önce benliği sonra diğerini de kaplar, işte bu yüzden devrim kalpten geçer dedi. Kurumların kendi içinde mantığı olduğunu, her insan CEO olsa aynı kararları verir diyerek açıkladı. İnsanları ortak tüketimin değil ortak yaratıcılığın yakınlaştırabileceğini söyledi. Herkesin birbiri için birer hediye olduğunu, bunu bilirsek gerçekten birlikte olabilirsek, değerlerin parayla ölçüldüğü sistemlere gerek kalmayacağını savundu. Peki tüm bunların İK ile alakası ne? Bu yeni devrimde insanlar bambaşka duygular tattılar, heyecan, çıkarsızca birliktelik gibi. Sizin de çalışanlarınız böyle hissetsin istemez misiniz dedi. Çalışanlarda farkındalık yaratmak gerekir, vizyon misyonu boşverin. Öncelikle siz düşünün, kişisel vizyonunuz ne olmalı? Ben gerçekte neyi önemsiyorum? Bu soru her zaman aklınızda dönüp dursun, devrime hoş geldiniz diyerek konuşmasını bitirdi.

Güç ve Sevgi kitabının yazarı ve danışman Adam Kahane, zirvede merakla beklediğim konuşmacılardan biriydi. Zor sorunları ancak hem gücü hem sevgiyi kullanarak çözebileceğimizi söyledi.  Gücün yıkıcı ve baskıcı tarafı olabildiği gibi sevginin de dejeneratif bir tarafı olduğunu söyledi. Gücü yıkıcı yapan sevgi eksikliği, sevgiyi yıkıcı yapan güç eksikliğidir diyerek geleneksel bir ailede kadın ve erkekten örnek verdi; erkek gücü temsil eder, işe odaklı olmak zorundadır ancak bir süre sonra sürekli çalışmaktan robot gibi olur. Kadın sevgiyi temsil eder çocuklarını ailesini bir arada tutar ancak sadece bunu yaparken kendi gücünü zayıflatmış olur dedi.  İş hayatında da iyi bir ekip olmak istiyoruz ancak yalnızca gücü yoğun kullandığımızda insan haklarını ihlal edebiliyoruz dedi. Benim de duygulara hitap edebilen liderlere olan hayranlığımdan bu söyledikleri oldukça hoşuma gitti. Kahane, önce kendi içimizde güç ve sevgiyi farkedelim, ikisinin de gerekliliğine inanalım, sonra güçlü bir dürtümüz varsa onu zayıflatmayalım hangisi bizde zayıf ise o tarafı güçlendirelim dedi. Yani güç ve sevgi dengesi için önce farkındalık sonra güçlendirme formülünü verdi.

 

Liderliğin Yeni Psikolojisi: Kimlik, Etki ve Güç kitabının yazarı Alex Haslam; liderlik sadece liderler değil takipçilerle ilgili de bir durumdur dedi. Liderlikte en önemli kelime biz, en önemsizi bendir. Grup kimliği ile zihinsel sağlık arasında bağ olduğu saptanan araştırmalar olduğunu, insana amaç kazandırması açısından grup kimliğinin önemini vurguladı. En iyi liderler grupla etkileşim içinde olanlardır; insanların önem verdikleri sosyal kimliklerin farkında olunmalı ve arzularını gerçekleştirilmelerine yardımcı olunmalı dedi. Haslam, liderlik ben değil biz olayı dedi ama bu liderliğe taze bir soluk, yeni bir olgu mu, şahsen emin olamadım. Atatürk, Kennedy ve Mandela ulusal kimlik oluşturarak başarılı oldular dedi. Hem Atatürk hem de grup kimliği üzerine yaptığı çalışmalardan dolayı Muzaffer Şerif’i örnek gösterdi. Bu bilgi için bile sunumu izlemeye değerdi.

London Business School profesörü Nigel Nicholson’a göre ise, liderlik formülü doğru yerde doğru zamanda doğru kişi olarak doğru aksiyonları alabilmek. Ben dünyayı değiştirmek için buradayım diyebilmelisiniz, kurum içi farkındalığı arttırmak adına da tutkulu olun, özdisiplinli olun, net bir mesajınız olsun dedi. Benim en sevdiğim önerisi size sadece evet diyen insanlara ihtiyacınız yok, doğruları söyleyenler etrafınızda olsun dedi.

Warwick Business School Profesörü Haridimos Tsoukas;  “insanları değil, ilişkileri yönetin. Kendi bakış açınızı askıya alın, böylece arka planı da anlarsınız. Kendinizi her zaman sorunun bir parçası olarak görün. İlişkileri yönetirken empatik olan, benmerkezci değil başkaları merkezli olmak önemlidir. Kendi propagandanızı yaparak değil, başkalarını gözeterek ilerlersiniz. ” dedi.

İş Hayatında Kadının Yeri konulu panelde, Melsa Ararat Türkiye’de en büyük şirketleri yöneten 270 civarı kadın olduğunu, yarısının yönetimdeki aileden geldiğini, Yönetim Kuruluna çıkabilmiş sadece 130 kadın olduğunu söyledi. Vahim durumda olduğumuz kesin. Bu sayıyı ise ancak “kota” ile attırabilirmişiz. Kadınların yükselebilmesi için mentörlüğün öneminin şart olduğunu, ancak erkek olmaması gerektiğini de ekledi. Hande Yaşargil, genelde konuşulduğu üzere, kadınların yükseldikçe sevilmediğinden bahsetti.  Çocuk sahibi olunca kadınların oyun dışında kalıp kariyerlerine devam edemediklerini çünkü oyunun yanlış olduğunu söyledi.  Türkan Saylan’dan yaptığı şu alıntıyı ise çok sevdim: “başarıyla övünmek geriye gitmenin başlangıcıdır.” Panelin tek erkek konuşmacısı Muzaffer Akpınar, dişil ve eril tanımlamaları yapıldığı zaman kendimi dişil hissediyorum dedi. Kadınlar yükselmeli derken kaç erkek bu cümleyi kurabilir bilemiyorum. Hala mümkünse aday erkek olsun diyen kaç yönetici olduğunu hepimiz biliyoruz. Eski bir Eczacıbaşılı olarak, Deniz Uzunçarşılıoğlu’nun grup bünyesinde pozitif ayrımcılık yapıldığını söylemesi benim için kıymetliydi.

Liderlik ve Yetenek Yönetimi Uzmanı John Mattone, fark yaratacak ve bizi geliştirecek olan yetenektir dedi. Kurumda en üstten aşağı doğru herkes insan sermayesinin en değerli varlık olduğuna inanmalı dedi. Süper teknolojik altyapılara rağmen insan sermayesi ile fark yaratıyor musunuz, kalbiniz ve zihninizle, cesaretiniz var mı bu kavramı hayata geçirmeye? Mattone, CEOların büyük çoğunluğunun en büyük derdinin geleceğin liderlerini nasıl seçip, nasıl geliştirecekleri olduğunu aktardı. Yöneticilere koçluk aldırmayı, şirket genelinde iyiler ve kötüleri ayrıştırmak adına da 360 derece değerlendirme yapılmasını önerdi.

 

Tanyer Sönmezer’in “ya lider aramızdan hepimiz ise” sunumu için tek söyleyebileceğim “bunlar hep sunum kabiliyeti işte”. İçi de dolu üstelik. Sahnedeki enerjisi, eğlence mühendisleri ve İlker Ayrık ile gerçekleştirdiği keyifli eğitici işbirliği, değindiği noktalar oldukça yaratıcıydı. Sunum konusunda bence duayenlerden. Şirketleri bireyselleştirerek doğamıza aykırı davranıyoruz, grubun yaratıcılığı ve bilgeliği için 3Y (yön, yöndeşlik, yemin) önemlidir dedi. Aktardığı Afrika Deyişi benim için de çok güzeldi, “eğer hızlı gitmek istiyorsan yalnız git. “Uzağa” gitmek istiyorsan ise birlikte” Kollektif liderlikte, şeffaf güç paylaşımı, işi yapanın özgür bırakılması, grup olarak ders alma vardır, “Ben biz olduğumda benim” dedi. Birliktelik deyince Geziye atıf geldi, Istanbul United bir CEO ile değil ancak birliktelik ruhu ile olurdu zaten dedi. Öyle değil mi? “Bul bakalım bul bakalım liderleri bul bakalım ünvanı çıkar makamı bırak delikanlı kim bakalım!” şarkısını sahneye çıkarak söyleyen MCT çalışanları çok güzeldi. Onlara eşlik eden salondaki herkes gibi! Tanyer Sönmezer yapmış olduğu sunumu twitter üzerinden paylaştı.

Laurie Ruettimann,  Punk Rock HR, The Cynical Girl ve The HR Blogger Network’ün kurucusu İK danışmanı, konuşmacı ve yazar.  Yeni nesil İK’cılar için 7 yıldır yazıyorum diyen Ruettimann şu önerilerde bulundu: Güvenilir bir eylemci olun, yanlışa hayır deyin, işinizi sevin, İK’yı sevmiyorsanız değiştirin, dünyadaki meslektaşlarınızla bağlantıya geçin, sosyal medyayı doğru ve etkin kullanın. Ruettimann’a göre “zaman birileri aksini söyleyecek olsa bile provokatif olma zamanı”. Hürriyet İK’da Zeynep Mengi tarafından kaleme alınmış olan ilgili yazı da kesinlikle okunmaya değer.

Conscious Capitalism Kurucusu ve Eş Başkanı  Raj Sisodia, oldukça iyimser bir üslupla bilinçli kapitalizm dedi.  Günün ilk oturumlarında bahsedilenlerle anlattıkları çok da paralel olmadığı için bir çok kişide ben de dahil soğuk duş etkisi yarattı. İş yapmak kar elde etmekten fazlasıdır, şirketler iş dünyası ve toplum arasında oluşan boşluğu kapatmalı, insanların yararına faaliyetlerde bulunmalı ve değer yaratmalı dedi. Asıl kaynağın içimizde olduğunu, onun da şefkat ve özgünlük olduğunu söyledi.

Freddy Ehlers Zurita, günün en “huzur” verici konuşmacısıydı. Sisodia’dan sonra güzel geldi. Bir ülke var ve o ülkede bir Buen Vivir bakanı düşünün, yani “iyi hayattan sorumlu” devlet bakanı. Zurita, konuşmasının başında “gerçek bilgeliğin içimizde” olduğunu söyleyerek bir kaç dakika sessizliğe davet etti. Buram buram sakinlik ve huzur yayıldı bu oturumda. Tüm sunum boyunca kalk gidelim, Ekvadora gidelim hissi ile ülkemi düşündüm, belki bir çok kişi gibi. Burada hak ettiğimiz şekilde yaşamak için neler yapabilirimin muhasebesini yaparak. “İstemenin sonu yok mütevazi olmak lazım” derken, Mevlana’dan bir şiirle kapanışı yaptı Zurita. Herkesi kendine hayran bırakırken, diğer konuşmacılar gibi Atatürk ve Mevlana’ya yaptığı göndermeler şahsen beni çok mutlu etti.

Katılabildiğim tüm oturumlardan özetle bana kalan şu oldu; aslında geziden beri yaşadığımız, farkettiklerimizin üzerine cila çeker gibi; biz zorlamalardan, dayatmalardan, salt maddeden, ben diyen egoist insanlardan, onların yaşam alanlarımızda söz sahibi olmasından çok sıkıldık ve daha da önemlisi çok yorulduk. Dönüşüm çoktan başladı ve her şeye rağmen devam edecek. Ruhla, kalple hareket eden, biz diyen insanlarla birlikte olmak, birlikte büyümek istiyoruz. Çünkü “biz” olunca güzeliz. Çünkü özlediğimiz bu. Çünkü böyleyken sahip olduğumuz enerji her türlü olumsuzluğu bertaraf edip bizi yukarıya taşıyacak. Bunun için de rutinden çıkıp önce kendini provoke et, neyi niye yaptığını farket, bugüne kadar doğru bildiklerini sorgula, bulduğun cevapları yaptığın işe, yaşadığın eve, hayatının her alanına uygula. Uygula ki öncü ve uyandıran ol, gittiğin her yere farklı renkler ve farklı bir bakış açısı kat. 

Ellerinize sağlık MCT! Keyifli atmosfer için,  içi dolu dolu “ev sahipliğiniz” için, düşündürebildiğiniz, keyiflendirebildiğiniz, anlam kattığınız için çok teşekkürler.  Tek bir ricam var, o da gelecek yıl telefonları tabletleri rahatlıkla şarj edebileceğimiz bir platform olsun. 🙂

Gelecek yıl iki tam gün orada bulunmak ümidiyle, şimdiden “sahne sizin” konseptli 20. İK Zirvesi için çok heyecanlıyım!

 

canel Yazar:

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir