Bazen her şeyin boş geldiği oluyor mu? Bir anda her şeyin anlamsız geldiği ya da… Zamansız mekânsız olma isteği, olma hali ile yok olma hali arasında gidiş geliş. İnsan en çok bedeni yorgun olduğunda mı tükenir, yoksa zihni ya da ruhu yorulduğunda mı? Bugünlerde insanı en çok bu üçünün dengede olmayışının yorduğunu fark ediyorum.
Zihnimde bin bir soru, bedenimde ufak tefek rahatsızlıklar.
Sormaya devam ediyorum elbette… Nereye koşturuyoruz? Nereye gidiyoruz? Hayal hedef istek diye bahsettiklerim bana öğretilenlerden çıkarımlarım mı? İstiyorum niye olmuyor derken acaba gerçekten istiyor muyum? Olmuyorsa sadece zamanı olmadığından mı? Hedeflerle çalışmaya alışmış iş insanları olarak hayatı da mı proje haline getirdik? Yaşam da bir proje mi? İnsan ne zaman akışta olur? İnsan ne zaman kendisini yalnızca kendi eski versiyonu ile kıyaslar? Zihin nasıl susturulur? Nasıl dengede kalınır?
Gerçek özgürlük başkalarından satın alınan doğrular yerine, “tersine” gitmek pahasına da olsa kendi doğrularını bulmak değil midir? Gerçek cesaret, zihninle ve ruhunla, mantık ve sezginle, dengede adım atmak değil midir?
Bunlar benim sorularım, cevaplarını aradığım. Bazen bulduğum ama tatmin olmadığım bazen hiç bulamayacağımı sandığım.
Yavaşlamaktan çok korkan bir insan olarak, inadına yavaşlıyorum şu sıralar. Kendi anladığım şekilde, kendime göre. Yavaşlamak hızlanmaktır aslında dedi bir hocam, şimdi anlıyorum. Neyi niye istediğimi unutmadan, yoldan sapmadan, özümseyerek yürümek varken, kaç defa yolumu kaybettiğimi ben bile unuttum. Yavaşlamak öze dönmemiz için elzem, çünkü koşarken bastığımız yeri hissetmemiz zor. Bir şeyler ters gittiğinde fark etmemiz gereken ise, bugüne kadar yaptıkların iyi gelmiyorsa “değiştirme” vakti gelmiş demektir. Koşmak bir yere vardırıyor mu emin değilim, yollarda değil koşu bandında koşuyoruz belki de. Aynı bandın üzerinde, aynı kısır döngülerde, aynı hatalar, aynı sorunlar, aynı insanlar. Döngüler sanki hiç kırılmayacakmış gibi.
Yaşananlardan ders almadan, sonuç çıkarmadan, kolayı seçip birilerini suçlayarak devam ettik belki de, üstelik suçladığımız kendimizdi kimi zaman. Tüm yanlış giden şeylere, biz “dur” demeden ve değişim rüzgârını estirmeden, kimse bunu bizim adımıza yapmayacak.
Zaman yavaşlama zamanı ise, öyledir. Tesadüf yoktur. Modern yaşam koşulları her ne kadar engellemek istese de, ya beden ya ruh “arıza” çıkarıp sağlar bunu. O zaman söz dinlemek düşmeli bize, özümsemek, anlamak, anlamlandırmak.
“Kendine iyi bak ifadesi Türkçeye ne zaman girdi biliyor musun” demişti bir arkadaşım, “çok eski olmadığını biliyorum” demiştim. “Eski Türkçede kendine iyi bak değil ama “öze iyi bakmak” diye bir tabir vardır” dedi, Kuzey Doğu Anadolu bölgesinde kullanılıyormuş duyduğum kadarı ile ve ben çok sevdim.
Kendimize bir şekilde bakıyoruz da sanki “özü” unutalı çok oldu…
İnsan bir kez dengeye gelmek istedi mi, kalbini dinlemesi yeterli, o doğru yolu gösterir.
Öze dönüş yolunda neye ihtiyacınız varsa en kısa sürede buluşmanızı dilerim,
Kendinize değil, “özünüze” iyi bakın…
İlk Yorumu Siz Yapın