En Çok İstediğin Şey İçin Neyi Feda Edebilirsin?

Her insanın yaşamında çok istediği ancak sahip olamadığı bir şeyler var. Diğer yandan bir zamanlar sahip olup kaybettikleri ve sahip olduğu ancak kurtulmak istedikleri de var.

Bir düşünelim mesela; hayal gücümüzün alabildiğine, neyi istersek isteyelim, gerçek olabilme şansı verilse bize. Her şeyi isteme ve sahip olma hakkımız olsa… Ancak bir şartla.

Bedel ödeme zorunluluğu.

Öyle değil midir? Aslında sahip olmak istediklerimizi elde ettiğimizde bir bedel ödemiş olmaz mıyız? Çoğu zaman farkına bile varmayız belki de…

Mesela bir doktora öğrencisi, başlarken eğer “bunu da yaptı desinler” diye başladıysa bu programa, tezini yazarken ödeyeceği bedelin “zaman” olduğunu fark eder.  İstediğim bu değilmiş dediğinde ise kazançlarını fark etmek yerine giden zamana üzülür.

Hakikaten hayattan en çok istediğimiz şey “ihtiyaçtan mı” “kalpten mi” “hazır olduğumuzdan mı” “mış gibi yapmadan mı” “desinler diye midir”?

Bu soruyu, Klinik Psikolog & Psikoterapist Yeşim Türköz’ün, psikodramanın  -Moreno’nun öğrencisi Hanna Weiner tarafından geliştirilen-  “Sihir Dükkânı” tekniğinden esinlenilerek kurguladığı psikodrama öykülerini okuduktan sonra kendime defalarca sordum.

Uğruna neleri feda ederdim (!) dediğimiz tutkularımız ve hayallerimiz, aslında bir bedel ödememiz gerektiği bize hatırlatıldığında, bir de üstüne o bedelden hoşlanmamışsak, aynı ateşle tarafımızdan isteniyor olur muydu?

Mesela pişmanlık duyulan hayatı geri alma şansımız olsa ama karşılığında bizden “belleğimiz” istense… Güzel olan da hiçbir şeyi hatırlamayacak duruma gelsek.

Ya da cesarete karşılık kaybetme korkumuz da gitse… Hiçbir şeyi kaybetmekten korkmayınca fütursuzca risklere atılmakla yüz yüze kalsak.

Konfüçyüs demiş ki:

İnsanın akıllı davranması için izleyebileceği üç yol vardır.

Birincisi iyi düşünmektir, bu en soylusudur. İkincisi taklit etmektir ki bu en kolayıdır. Üçüncüsü ise “denemiş” olmaktır ve bu en “acısıdır”.

Hayatın duvarlarına çarpa çarpa, düşe kalka öğrenmek, gelişimin en güzelidir. Ancak her zaman yaralandıktan sonra o yaraları tedavi etmek için yeterli zamanımız olmuyor ya da biz zamanımız daraldı hissi ile daha çok üzülüyor, daha çok stres yaşıyoruz.

Merak ve cesaretle atılmadan önce hayaller denizine, gereken tek bir şey var aslında. Birkaç soruya cevap vermek:

İstediğin o şeyi gerçekten istiyor musun? Hangi bedelleri ödeyeceğinin farkında mısın? Vazgeçeceğin şeylerin aslında senin hayatında ne anlama geldiğini biliyor musun? Bedelleri ödemeye hazır mısın?

Denemiş olmaktan önce, iyice düşünmek gerek belki de.

Diğer taraftan o çok istediğimiz şey belki de sahip olduğumuz bir şeydir. O şey her ne ise, ona sahip olmanın bizim için değerine baktığımızda belki de zaten sahibizdir.

Tek gereken bakış açısı değişikliğidir.

Odağımız “başkalarında” ise mesela, kendi yaşamımızdaki doluluğa, güzelliğe bakmak yerine “diğerlerinin” görünürdeki yaşamlarına gıpta ile bakıyorsak, eksik hissetmek ve gerçekleri görememek olasıdır.

Türköz’ün öyküsünde çok da güzel ifade ettiği gibi, kendimize ve yaşamımıza siyah gözlükle,  o başkalarının yaşamına pembe gözlükle bakmayı bırakıp; yaşamın ve insanların bütününe, başta kendimiz olmak üzere “çıplak gözle” bakmayı becerebilmeliyiz.

Hepimiz kendi sürecimizi olması gerektiği gibi yaşıyoruz aslında.

Psikiyatr Kemal Sayar, insan ruh sağlığının temelinde yatan şeylerden biri seçim yapabilmektir demiş.

Seçim yapabileceğimizi bilmek, fırsatları görmeyi sağlar, fırsat varsa, umut var, umut varsa insan var.

Umut yaşatır insanı.

Bir şeylere sahip olmak değil de “olmak” yolunda elimizdekileri fark edebileceğimiz, isteklerimizi bedellerin farkında olarak dileyeceğimiz, emin olduklarımızın peşinden cesaretle gidebileceğimiz, umudun her zaman yanımızda olduğu nice güzel günlerimiz olsun.

canel Yazar:

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir