Bize Ait Olmayan Ne Varsa “Atma” Zamanı…

Bu kadar yoğun bilgi akışının olduğu, hemen her konuda (bazen kirliliği dahi olsa) bilgiye kolaylıkla ulaşılan bir zaman diliminde, zihinsel problemler ve ruhsal sıkıntıların hızla artıyor olması, hepimizin farkında olduğu bir gerçek.

Kişisel sebeplerin yanı sıra şehir yaşamı, zamanın çok hızlı akması, hiçbir şeye yetişemiyor oluşumuz, giderek yalnızlaşmak ve benzeri birçok sebebe bağlanabilir  üstelik.

Yine de şu bakış açısı ile baktığımda bir şeyi görüyorum. “Şifa” olsun diye gidilen tüm kapılardan “bilgi” ile dönüyoruz. Öğreniyoruz, deniyoruz, anlamaya çalışıyoruz. Ancak konusunun uzmanları olarak nitelendirilen kişilerin dahi (iş / özel yaşam fark etmez) kendi hayatlarında bildiklerini uygulayamadıklarına şahit olabiliyoruz.

Hepimize olmuyor mu? Bilmemize rağmen, sanki “hiç bilmiyormuşuz gibi” teoriyi pratiğe dökememek başarısız ve huzursuz hissettirmiyor mu? İnsan bildiğini neden uygulayamaz bazen?

Kullanılmayan her bilgi yük ise insana, neden bunca yük taşıyoruz? Ezber yöntemi ile içeriye alıp, doku uyuşmazlığına rağmen inat ettiğimizden mi? Tam olarak benimseyemediğimiz, kültürel ve aileden kodlayarak sırtlandığımız, yanlış algıladığımız yine de olduğu gibi satın aldığımız, manasını kavrayamadığımız bilgileri uygulamak zaten mümkün olabilir mi?

Eğer yeni bir bilginin ardından harekete geçemiyorsak ya sindirememişizdir ya da mantıklı gelmiyordur, engelleyen bir duygu vardır içimizde.

İşte koçluk yaklaşımının en sevdiğim yanlarından biri burada devreye giriyor, günlük karmaşada fark edemediğimiz derindeki duyguları güçlü sorularla ortaya çıkarabiliyor.

Sana ait olmayan, başkasından satın aldığın, bugüne kadar belli ki  bir amaçla sürdürdüğün ancak bugün artık işine yaramayan inançların neler?

Ben kendi hayatıma bakıp, bilmeme rağmen neden uygulayamıyorum dediğim ne varsa döktüm ortaya. Atalette miyim? Korkuyor muyum? Yeterince inanmıyorum da olması lazımmış mı diyorum? Gerçekten kullanmayı istiyor muyum? Önce odamı temizleyerek başladım, sonra ofisimi. Sonra sağlıklı yaşam programı ile üzerimdeki ağırlıkları attım bir bir. Fiziksel ağırlıklar giderken bir süre sonra zihinsel olanlar da gitmeye başladı. Bazen içten dışa, bazen dıştan içe değişir insan.

Milton Erickson’a göre her insan tam ve bütündür, her ne karar vermişse o an için en doğru karardır ve kendisi için en iyisini yine o bilir. Geçmiş geçmişte kalsın, onlar o zamanın doğrularıydı. Ancak şimdi tam da bugün, içimize sormalıyız, nasıl sadeleşebiliriz diye?

Geçmiş inanışlar, köklü inançlar yeni bir bilgiyi kullanmada en büyük engel olabiliyorlar. Değişim için insan önce kendini ikna etmeli. O gün bugündür, bilgiyi edindiğim kişi her kim ise kendi yaşamında söylediklerini ne kadar hayata geçirmiş ona bakarak kelamına kıymet veriyorum. Hayat serüveninde doğrusal bir çizgi yok, dalgalı anlarda bildikleri ne kadar hızla ayağa kaldırıyor insanı ona bakmak lazım. Çünkü pratiğin teoriye döndüğü yaşam tiyatrosunda öğrendiklerimizi kullanabildiğimiz kadarız.

Kullanmamıza engel olan gerçekten istememek mi, egonun savunma taktiği mi, yoksa ihtiyacımızın olmaması mı? Kendimize yaklaşma yolculuğumuzda akla ve ruha uygun kararlar verebilmek için “eyleme” de geçebilmek gerek. Goethe, bilmek yeterli değil uygulamak gerek, istemek yeterli değil yapmak gerek demiş.

O zaman bu sonbahar, kendi doğrularımızı bulmak için ruhsal ve fiziksel, üzerimizdeki ağırlıkları atma fırsatı olsun mu?

 

canel Yazar:

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir