Bir Aborijin duası vardır, bilir misiniz?
Her Şey Yeterli Olsun
Seni “ayakta tutmaya yetecek kadar” güzelliklerle dolu bir yaşam sürmeni dilerim. Aydınlık bir bakış açısına sahip olmana yetecek kadar güneş diliyorum. Güneşi daha çok sevmene yetecek kadar yağmur diliyorum. Ruhunu canlı tutmaya yetecek kadar mutluluk diliyorum. Yaşamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş gibi algılanmasına yetecek kadar “acı” diliyorum. İsteklerini tatmin etmeye yetecek kadar kazanç diliyorum. Sahip olduğun her şeyi takdir etmene yetecek kadar “kayıp” diliyorum.
Annem benimle bu duayı ilk paylaştığında, bu da nedir şimdi demiştim. Dua mı bu? Bu aza kanaat ettiren, insanı yerinde saydıran bir dua. İçim sıkılmıştı, bana hitap etmemişti çünkü ben içi dolu dolu bir “tüketici” ydim. Her şeyden ne kadar çok, o kadar iyi. Ne kadar çok olursa, o kadar güçlenirim çünkü. Peki bu ruhumdan mı geliyordu? Asla. Bu bir toplum dayatması, bilinçsizce yaşamda sürüklenme bir nevi.
İnsanın fiziken ameliyat olması için uyutulması, ruhen ameliyat olması için uyandırılması gerek demiş Tolstoy (Bu sözü hatırlatan canım Olcay Alpay’a çok teşekkürler).
Son aylarda hayatımın büyük bir kısmını dondurup, “ruhen” ameliyat oldum ben.
Aldıkça, edindikçe güçleneceğini zanneden birey aslında derinlerde bir yerde bazı duyguları bastırmaya çalışıyordur. Ego her daim kendine bir çıkış yolu bulur, ihtiyacından fazla yemek yer, olmadı mı gereksiz alışveriş yapar o da mı olmadı şuursuzca keyif verici madde kullanır o da mı yasak o zaman bir başkası (Her insanda mekanizma aynı işlemese de bunu yaşayanlar olduğunu biliyorum).
Tüketmek, insanı iyi hisseder hale getirmişse eğer ve eksikliğinde yarım bırakıyorsa düpedüz, gün gelir sonunda tükenen “insanın kendisi” olur dedi bir dostum. Tek çıkar yol tüketmenin yerine üretmeyi koymaktır, tüketmek anlık haz sağlarken üretmenin hazzı uzun solukludur. Üstelik yaşamdaki en keyif veren, insanı mutlu eden şeyler ücretsizdir dedi. Gülmek, nefes almak, aşk, dostluk, aile, arkadaşlık, yüzmek, dans etmek, koşmak ve daha birçok şey gibi.
Uyanmak bir yana daha da uyutulduğumuz her geçen gün, daha çok yemek yiyor, daha çok alışveriş yapıyor ya da derindeki çözemediğimiz her olumsuz duyguya karşılık egomuzun savunma mekanizması yüzünden bir başka hedefe sürükleniyoruz.
George Carlin’in zaman paradoksundan da en etkilendiğim cümleler tam da bu noktada bir kez daha düşündürsün bizi.
Daha yüksek binalarımız, ama daha kısa sabrımız var; daha geniş oto yollarımız, ama daha dar bakış açılarımız var.
Daha çok harcıyoruz, ama daha az şeye sahibiz; daha fazla satın alıyoruz, ama daha az hoşnut kalıyoruz.
Daha büyük evlerimiz, ama daha küçük ailelerimiz; daha çok ev gereçleri, ama daha az zamanımız var.
Daha çok yiyoruz ama daha zayıf bir beden hayal ediyoruz.
Daha çok eğitimimiz, ama daha az sağduyumuz; daha fazla bilgimiz, ama daha az bilgeliğimiz var.
Daha çok uzmanımız, ama yine de daha çok sorunumuz; daha çok ilacımız, ama daha az sağlığımız var.
Geçimimizi sağlamayı öğrendik, ama yaşam kurmayı öğrenemedik. Havayı temizledik, ama ruhumuzu kirlettik.
Atoma hükmettik, ama önyargılarımıza edemedik. Zaman artık, hızlı hazırlanan ve yavaş sindirilen yiyeceklerin; büyük adamlar ve küçük karakterlerin; yüksek kârlar ve sığ ilişkilerin zamanıdır.
Günümüz artık, iki maaşın girdiği ama boşanmaların daha çok olduğu, daha süslü evler, ama dağılmış yuvaların olduğu günlerdir.
Vitrinlerde her şeyin sergilendiği, ama depolarda hiçbir şeyin olmadığı bir zamandayız.
Oysa ki yaşam, aldığımız nefes sayısıyla değil, nefesimizi kesen anların sayısıyla ölçülür.
Ne demiş atalarımız, azı karar çoğu zarar, şükretmesini bilmezsen elindekinden de olursun. O zaman sürüklenmek yerine, üretmenin yollarını bulalım. Bu her ne ise, ne fark eder? Yazmak olur, yemek yapmak olur, temizlik yapmak olur, bir şey icat etmek olur. Hangisi diğerinden daha az değersiz ki? Yaşadığımız olumsuzluklarda ilk refleks olarak tüketmek yerine sabırla üretmeye başladığımız gün adam oluruz bence.
Ailece, mahallece, ülkece.
Not: Bana ışık olduğun için, dostum olduğun için, kendimi bulma yolculuğumda bana eşlik ettiğin için çok teşekkürler Deniz, iyi ki varsın. Bu yazıyı sana armağan ediyorum, gözlerindeki parıltıyı da şimdiden hissediyorum.
İlk Yorumu Siz Yapın