Günümüzde koşullarımızı bu kadar iyileştirmişken (!), neden daha fazla şeye sahipken zaman zaman rahat batıyor ve mutluluk arayışımız baki? Biliyorum hepimiz üzerine defalarca düşündük. Mutluluk üzerine yazılmış konuşulmuş onca şey var, ne klişe konudur demeden, birimiz unutursa diğeri hatırlatsın diye yazıyorum.
Bir “yetmiyor”, “daha yok mu”, “daha fazla” dır gidiyor.
Mutsuzluk gerçekten bir hastalık mıdır bilmiyorum ama mutluluk arayışı hemen hemen hepimizin kafa yorduğu bir konu olsa gerek. Zygmunt Bauman demiş ki, insana mutluluk verecek şeyler satın alınamaz. Neyi mağazadan alamıyorsak, yaşamın özü oradadır belki de. Gerçek yoksulluk / yoksunluk paradan değil de içimizdeki dolmayan boşluklardan gelmiyor mu aslında?
Özellikle büyük şehirlerde yaşayanlar başta olmak üzere psikosomatik rahatsızlıklarla baş etmeyen yok gibi. Asıl arayış anlam arayışı iken odağımız maneviyattan maddiyata kayalı çok oldu. Dilden gönüle inemiyor dillere pelesenk olmuş “gerçekler”. Teori var, pratik yok cinsten.
Kaç kişi nasılsın sorusuna “bomba gibiyim” diyor (şartları iyi olsa dahi) ya da birine her sabah içtenlikle “bugün” nasılsın, “her yeni gün, yeni bir başlangıçtır” diyor? Yuvarlanıp gidiyor iç güveysinden hallice orta şekerli durumlar.
Mutluluğa dair en sevdiğim makalelerden biri Kemal Sayar’a ait, ara ara okurum da. Kuru kuru motivasyon pompalamak yerine gerçekleri konuşanları çok seviyorum. Mesela her zaman mutlu olmak zorunda olmadığımız gibi, mutluluğu kovalayarak da yakalayamıyoruz. Mutluluk kovaladığımızda yakalayamayacağımız fakat sessizce oturursak üzerimize konabilecek bir kelebekmiş.
Var olan mukayese alışkanlığımız sosyal medya ile ayyuka çıktı. Mutluluk ne başkalarının hayatlarında, ne bizim olmayan ormanlar daha yeşil, ne de mükemmellik çıtayı sürekli yükseltmekle geliyor. Acımasızca kendini eleştirmek, “başkaları” ile karşılaştırılmak ve kendine anlamsız yüksek çıtalı hedefler koymak mutluluk halinin baş düşmanları olsa gerek. Her daim güçlü olmaya çalışmak, kendini mutlu görünmeye zorlamak ve her türlü “mış” gibi yapmalar da insanın içi kurutuyor sahi.
Diyorum ya birimiz diğerine hatırlatsın, insan insanın cenneti. Makalenin en sevdiğim cümlesi şu: “birbirimizin mutluluğu için çabalarsak ikimizin birden mutlu olma ihtimali çok fazladır”.
Egomuz gönlümüzden çok büyümeden, karakterler, değerler daha da aşınmadan unutmayalım bunları, olmaz mı?
Matthieu Ricard, dünyanın en mutlu adamı seçilmiş bir budist keşiş. Wisconsin Üniversitesinde yürütülen bir araştırmanın deneği olarak kafatasına yerleştirilen elektrotlar ile MR görüntülerine bakılmış. Mutluluk seviyesi beynin sol ön korteksindeki göreli hareketlenme ile sağ ön korteksindeki hareketlenme karşılaştırılarak ölçümlenebiliyormuş ve Ricard’ın sol prefrontal beyin zarında bugüne kadar en yüksek seviyede faaliyet görülmüş.
Bu dünyanın en mutlu adamı demeye gerçekten yeter mi bilmiyorum ama onlarca yıldır manastırda yaşayan biri olmasının yanı sıra uluslararası bir konuşmacı olarak bir çok yere giden, yoğun bir yaşama sahip biri olduğunu düşününce, sadece inzivaya çekilmişliğin mutluluğu değil bu diyor insan. O zaman önerileri daha çok dikkate alınası diyebiliriz.
Ricard her gün meditasyon yapın diyor, bence biz bunu beynimizi toksinlerden, zararlı düşüncelerden arındırabilecek her neye inanıyorsak şeklinde değiştirebiliriz. Mutluluk öğrenilir, gerçekten isteyin diyor; dış dünyayı değil içinizi kontrol edin, koşulları mutluluk olarak yorumlayan zihin değil midir? Her şeyi yorumlayan deneyim, bizim zihnimizdedir. Bol bol meditasyon yapın ve öfke başta olmak üzere negatif duygularınızı dönüştürün. Bunun için de dışa değil içe bakın. Kuvvetli dönüşüm ancak orada olur. En önemli şeye en az zamanımızı harcıyoruz diyor Ricard, halbuki zihin eğitilebilir. Ve en önemlisi şefkat. Zihninizi tamamen şefkatle doldurun. Dalai Lama’nın da söylediği gibi mutlu olmak ya da mutlu etmek istiyorsanız şefkatli olun.
Kemal Sayar ise makalesinde 12 tane mutluluk anahtarından bahsetmiş ki okudukça katılmamak elde değil.
1.Aşk ve sevgiye sahip olmak (Aşk önce yaşamla flört etmekle başlıyor bana göre, sevmek ve sevilmeye içtenlikle cesaret etmekle ise sonra).
2.İyimserlik (Mış gibi yapmadan, her olumsuzluğu önce kabul edip sonra içindeki iyiye odaklanabilmek mesele).
3.Cesaret (Seçim yapabilme yetisi, her seçim bir vazgeçiş sonuçta).
4.Özgürlük hissi (İşte ruhun hafifliğinin anahtarı, bizim için her neyi ifade ediyorsa).
5.Aktif olmak (Sorumluluk sahibi olmak, bir şeylerin peşinden koşmak, aklen ve bedenen hareket).
6.Emniyet, güven hissine sahip olmak.
7.Sağlık (Şükredilesi).
8.Maneviyat, peşinden koşulacak amaca sahip olmak.
9.Başkalarını düşünebilmek, onlar için bir şey yapmak.
10.Alternatif bakış açılarına sahip olmak (Esneklik).
11.Mizah, insanın kendi ile dalga geçebilmesi (İnsanın sahip olabileceği en büyük yetkinliklerden).
12.Hayatta gaye duygusuna sahip olmak (Umudu yitirmemek, hayatta kalmak için sebeplerin olması).
Muhakkak herkesin kendine göre bir reçetesi var. Mutluluğun seçim olduğuna ve düşünce yapısının değişmesi ile gittikçe artacağına inananlardanım. Benim reçetemde ise ek olarak mutsuzluk hissine en etkili ilaç olarak “şükretmek” var. Çoktan aza bir piramit düşündüğümüzde aşağıya bakmak yerine sürekli yukarıya bakarak mukayese etmek bizi yukarılara mı taşıyor, yoksa enerjimiz mi çekiliyor? Elindekinin değerini bilmeyene bir başkası, daha fazlası, neden gelsin?
Özetle daha fazlasını edinmek için ruhsuz didinmek yerine önce var olana şükretmek ve hayata “anlam” penceresinden bakmak, değerlere sahip olmak mutluluk yolunun temel taşları bana göre.
Bedeninki dinlenince geçiyor da gönlümüz yorgun olmasın, ruhumuz onarılsın yeter ki.
İlk Yorumu Siz Yapın