Geçtiğimiz yıl benden bize yolculuk ederken başlamıştık aslında, madde dünyanın bizi ne kadar yorduğundan, ruhla kalple hareket ederek, ancak biz diyerek büyümenin mümkün olduğundan bahsetmeye.
Bu yıl da benzer bir eksendeydik aslında. Bu yıl da ruh dedik, kalp dedik, akıl-beden dengesi, zihin-duygu birlikteliği dedik. Somuttan çok soyuttan söz ettik, evet beynimizle biliyoruz ancak kalbimizin, iç sesimizin, ruhumuzun asıl kaynak olduğundan bahsettik.
Hayatın her alanında her an “sahnedeyken” gerçekten nasıl varlık gösterilir? Hepimiz için “sahne bizim”. Varlık göstermek sadece cismen mi olur? Unvana mı bağlıdır, cinsiyete mi?
Kimi anlarda terapi tadında, çokça ruha hitap eden bir zirveydi. Beklenti somut, elle tutulur birçok şey ile ayrılmaksa eğer zirveden, konuşulanların çoğu havada kalmıştır. İçe döndüğümüz, bildiklerimizi hatırladığımız, asıl gerçek “bu” diye sezgiyi, iç sesi, dengeyi işaret ettiğimiz iki gündü benim penceremden.
Tek tek oturum özetlerinden ziyade, birbiri ardına gerçekleşen bütün sunumlardan bana kalanları, aralarda aklıma da not ettiğim güçlü sorularla aktarmak istiyorum en çok. Bazı oturumlar ise başlı başına yazı konusu…
İnsanın farkı, kıymeti davasındadır. O zaman öncelikle davan ne ise onu bul. Zaman, farkındalıkla, cesaretle, yaratıcılıkla var olabilen ve bağlanabilen liderlerin zamanı. Hiçbir şeye zamanım yok, yetişemiyorum derken zamansızlığa ne çok kıymet verir olduk… Üstelik zaman bulamadıkça suçlu hissetmek de cabası. Hayatımızın kendisi “mesajımız” ise durup bir içimize bakmalıyız her şeyden önce. İlham veren anlara ihtiyacımız var ve bunu yavaşlayarak, zaman yok zannederken belki çocuğumuzla bile ilgilenirken boş zamanımız olduğunu anlayarak yapabiliriz. Yaratıcılık, odaklanma kendimize ayıracağımız bu ilham anları ile gelebilir.
Hayatlarımızda travmalar ve zorlu anlar yaşıyoruz, iyi ki oluyor çünkü insan ancak böyle “gelişiyor”. Her ne yaşıyorsak yaşayalım içimizdeki sese hep kulak verelim. Küçük çocukların sesleri kıymetlidir, mucizevi değişimlere ön ayak olurlar. Zihne esir değillerdir çünkü, kalple hareket ederler. Biz de bu dengeyi yakalayabilmeliyiz. Sırtımıza birçok kimlik yüklenerek büyüyoruz peki yetişkin olarak şimdi hangi kimlikler ile ilerlemek istiyoruz? Bir kişi için de bir organizasyon için de tek bir doğru yoktur. Hem kendimiz hem kurumlarımız için “kendi doğrumuzu” bulmalıyız. Aynılık yaratıcılığı öldürür bu yüzden çeşitlilik çok kıymetli. Global olabilmek de öyle. Hem farklılığın gücüne, hem de birliğin kuvvetine ihtiyacımız var.
Enerjisinden oldukça etkilendiğim ve sunumlarını çok sevdiğim Tanyer Sönmezer dedi ki, bir lider ortada yokken, aslında bazı şeyler ile hala oradadır. Sözleri, hikayeleri, ritüelleri, sembolleri ve yaratılan mitler ile her daim anılırlar. Dr. Binney ise olmanız gerektiğini düşündüğünüz lider değil olabildiğiniz lider olun dedi. İdeal şuymuş demekten çok kişiye uyan pratikler, lideri daha gerçek, daha samimi kılmaz mı? Muhtemelen kendi olabilen liderler için üretilen mitler de bir başkadır.
Modern yaşam beynimiz bilir dese de, kalbin etki alanı beyinden büyük. Ruh ve kalp beyne hizmet ediyor. Beşeri bilimde radikal değişim yaşıyoruz bu çerçevede. Mola verip içimizde ne olup bittiğine bakalım ve kendimize soralım:
Sesin altındaki sesi duymak, görünenin ardını görebilmek, özümü daha çok açığa çıkarmak için ne yapabilirim?
Bir şeyi ne kadar çok istersem farkındalık o kadar eyleme dönüşüyorsa, ne kadar motiveyim?
Anda kalmak performansı maksimize ediyorsa eğer neler anda kalmamı sağlar?
Sistem adına taktığım gözlükler bakış körlüğü yaratabiliyorsa, kendim ve kurumum için özgün neler geliştirebilirim?
Nasıl daha gerçek olurum? Ne zaman ve nasıl yardım alabilirim?
En son ne zaman değiştim? En son ne zaman değiştirdim?
Yaşam amacım, oksijen kaynağım nedir? Kalbimi hızla çarptıran nedir? Olabileceğim en iyi ben kimdir?
Her yeni gün aileme, çevreme, ülkeme, dünyaya ben ne verebilirim?
Zihnimiz bu sorularla meşgul iken, zirveyi Mercan Dede ile kapatmak paha biçilemezdi. Bu kadar ruh demişken, ruhu da ancak böylesine besleyebilirdik.
MCT Zirvelerindeki atmosferi seviyorum. Ardında büyük bir emek olduğunu da biliyorum. Tüm MCT ekibine emekleri ve nazik davetleri için bir kez daha çok teşekkürler. Özellikle Alper Utku, Didem Gürcüoğlu Tekay ve Tanyer Sönmezer’e.
2016 yılında ise Smart Simplicity diyeceğiz. Ülkemizin içinde bulunduğu bu günlerde tam bir yıl sonrası için özellikle umut dolu olmak istiyorum. Karmaşıklığın içinde nasıl yalın olabileceğiz, biz gelecek yıl neleri konuşuyor olacağız derken bu yıl için her şeyin düşündüğümüzden çok daha parlak ve umut dolu geçmesi tek temennim…
İlk Yorumu Siz Yapın