Stuart Avery Gold, “Yolunu keşfetmek için çıkman gereken iki yolculuk vardır. Birisi kendini kaybetmek, diğeri de kendini bulmaktır” demiş. Kendini bulmak için önce kendini kaybetmek gerek. Bu yolculukların içinde olan insanın hali başka oluyor. Bu insan bir de yöneticin ise, değmesinler keyfine.
Bir rüya yöneticiler var, bir de gerçekler. Herkese o feyz alınası versiyon nasip olmuyor elbette.
Şöyle bir örnek düşünün:
Birçok toplantı odasında sayısız toplantı yapılmış, bir çalışanın çok ciddi performans problemi var. Görevi ve projeleri de çok kritik. Öyle bir noktaya gelinmiş ki işten çıkarılması söz konusu. Çok küçük dokunuşlarla yoklama yapıldığında fark ediliyor ki, sıkıntının kaynağı ile ilgili mevzu bahis kişi hiç uyarılmamış, kendisine geribildirim verilmemiş. Yöneticisine neden bu noktaya kadar konuşmadın diye sorulduğunda “küserdi, nasıl söyleseydim” diyor.
Örnek yöneticinin şahsi basiretsizliğinden ziyade şöyle bir gözlemim var:
Teknik anlamda sıkıntı varsa çok rahat dile getirilebiliyor da konu “davranışsal” problemler olduğunda yönetmesi çok zor geliyor halen bir çok yöneticiye.
Ne kadar çok varsayımla hareket ediyoruz.
“Bu şekilde davrandığına göre altında yatan sebep budur.” Kaç defa ima ettim ama hiçbir şey değişmedi, hala aynı. İma etmek yerine adamakıllı “konuşmayı” denedin mi?
İş hayatında mevki / pozisyon fark etmeksizin en önemli yetkinliklerden biri açık yüreklilikle karşına alıp konuşabilmek. Yok hiç de kolay değil. Sağ ve sol beyine de ihtiyaç duyulan bir faaliyet bu. Hem sorunu tespit edeceksin, konu ile ilgili bir analizin olacak mesela, hem de bunu en doğru zamanda doğru şekilde nabız yoklayarak karşındaki soracak ya da anlatacaksın. Aynı şeyler konuşuladursun, mevcut iş hayatında halen çokça “karnından konuşan” yöneticiler var. Hani “kim bunu işe aldı, kim bunu yönetici yaptı” denilen türden.
Mesleki teknik yeterlilik yönetici olmak için yetmiyor zira.
Adı üzerinde “yönetici”. Liderlik vasıflarını geçtim; işi, insanı, duyguları “yönetebilsin” diye bekliyoruz. Cinsiyet ayrımı olmaksızın, “kendiliğinden anlasın”, “ben belli etmeye çalıştım çok defa”, “düzelse düzelirdi” diyebilen ve ne yazık ki birinci elden bazen de tek sorumlu olarak performans değerlendiren birçok yönetici (!) var.
Delegasyonu iyi yapabilmek, esip gürlemek, rakamlara ya da hedeflere odaklı çalışabilmekle yönetici olunmuyor. Bir çalışanın “kendiliğinden anlamasını beklemek” oldukça gereksiz ve zaman kaybettirici bir hadise. Herhangi bir kelimenin herkese göre manası farklı olabiliyorken gayet stres barındıran çalışma temposunda herhangi bir konuda “aynı sonucu” çıkarmayı ya da aynı şekilde anlam yüklemeyi beklemek mantıklı olmasa gerek. Konuşmak da insanlar için üstelik!
Yöneticimizi yönetelim demiştik daha önce, en önemli adımlarından biri doğru zamanda doğru üslupla açık konuşabilmekti. Aynı şeyi yöneticisinden de bekliyor bir çalışan. İnsanlar birbirlerinden beklemekten ağaç oldular. İkili ilişkilerde de böyle iş hayatında da böyle. Nasıl ki nice ilişkiler saçma bir gurur meselesi yüzünden bitmişse, birçok çalışan-şirket evliliği de açık iletişimin olmayışından dolayı bitiyor.
Hiç kendimizi kandırmayalım!
Bizim gibi bireyci olmayan toplumlarda (-modern yaşam biraz değiştiriyor gibi görünse d-), “başkalarının ne düşündüğü” hayati önemde. Özcan Köknel, toplumsal (ilkeler / kurallar) korkular ve dışlanma korkusunun, doğal koşullardan (yangın / deprem / kuraklık vb) duyulan korkudan daha ağır bastığını söylüyor.
Bu bağlamda, davranışsal konularda geri bildirim veremeyen “kendiliğinden” düzelsin diye bekleyen ve işleri iyice arap saçına döndüren yöneticilerin çok derin “benim hakkımda ne düşünürler, kendimi doğru ifade edemezsem” korkularına sahip olduğunu düşünüyorum.
Yaş kaç olursa olsun özgüven başka mesele.
Herkes iyi ilişkiler içinde olmak ister de “başkaları ne der”, hepsi beni sevsin, yanlış anlar küser cümleleri pusu kurmuşsa bir yöneticinin zihninde, işte orada bir durup düşünmek gerek.
Çalışanın ağzından çıkan şu cümleler dolaşsın zihinlerinde:
Benim ne gibi gereksinimlerim olabilir? Neler hissettiğim hakkında düşünüyor musun? Ruh halimi anlayabiliyor musun? Gerçekten küserim diye korkuyor musun? Asıl açık konuşmadığın için uzaklaşıyorsam? Koçluk ya da mentorluk için enerji ve zamanın var mı? Gelişimim için geri bildirim vermeye ne dersin? Öncelikle güçlü yanlarıma odaklanmaya ne dersin?
Gözden çıkarılmadan önce, her birey açık bir geri bildirimi ve sonrasında değişim için bir zaman verilmesini hak ediyor. Doğru düzgün iletişim kuramayan sosyal zekâ ve duygusal zekâ yoksunu yöneticiler yüzünden birçok kıyım yaşanıyor. Evet hala. Hem de bolca.
Bu yöneticiler için yapılabilecek en iyi şey; koçluk almalarını, kendilerine ayna tutulabilecek (yaratıcı drama / tiyatral çalışmalar vb) faaliyetlerde bulunmalarını sağlamak.
Her yönetici, bir organizasyondaki etki alanının farkında olmalı ve bu sorumluluğu almalı.
“Toplumsal gelişmenin de, çürümenin de temelinde, yöneticilerin tavırları yatar.”
Mustafa Kemal Atatürk
İlk Yorumu Siz Yapın