İlk gün öğüdü: “Salata değil, Kebap ye.”

İlk iş günü, aman yarabbi. İnsanı nelerin beklediğini, nelerin zorladığını en az bir kez iş değiştirmiş olan herkes bilir. Üniversite sonrası ilk iş günü ile deneyim kazandıktan sonra değiştirilen işin ilk günü tam olarak aynı değil bana kalırsa, yazacaklarım ilki için…

Bir hatırlayalım neler oluyordu;

-Heyecan. Heyecan. Tabii ki heyecan.

-Şirkette ilk temasta oldukların, kurum içi IT sorumlusu, asistan, varsa ekip arkadaşların ve yöneticin.

-Eski şirketinde alıştığın kurum içi IT çok iyiyse fena özlersin ilk gün, “alışkanlıklarımdan neden koptum ben ya” hissinin de geldiği gündür aynı zamanda.

-İlk gün çiçekleri ve hediyeleri çok önemlidir, kendini yalnız hissettirmez (ne yapıyoruz bu yüzden, sevdiklerimize mutlaka gönderiyoruz 🙂 ).

-Eğer yeni gelen için öğle yemeğini organize etmeyen bir şirket ise depresyon sebebi, yoksa kendini iyi hissettiren yegane şeylerden biridir bu.

-Kaç yıl deneyimli olursa olsun, ilk gün “insani” yabancılık hissi insanı garip hissettirir, geçse de şu ilk günler işimize baksak olur akıllardan geçen.

Yeniden kendini tanıt, anlat, ilişki geliştir, alan yarat vs…

İlk gün öyle ya da böyle geçiyor da asıl önemli olan ilk haftalar ve hatta ilk aylar.

Her şeyin deneyimden bağımsız, yeni ve farklı hissettirdiği bu dönem aslında hem çalışanın kendisi için hem şirket için çok kritik.

Önerilerin getirilebileceği en kıymetli dönem. Bir süre geçip “adapte olduktan” sonra, kanıksama kabul etme ve kaynaşma evresine geçmeden ne varsa söylemek gerek.

Tabii ki bunun için ne gerek? “Bizim burada böyle yapılır” diyen kraldan çok kralcı abi abla ve kardeşlerimizin olmaması, açık fikirli ve rahat iletişim kurulabilen bir yönetim ekibi gerek.

Diyelim ki var;

O zaman öncelikle adaptasyon ve gerçekten kurumu anlamak için bir zamana ihtiyacımız olduğu şart.

Bu kısma çok takılmamalı. Kimileri daha sıcaktır, kimileri temkinlidir, kimileri çabuk kabul eder, kimileri izler gözlemler sonra kabul verir. Bu yüzden herkese kendini sevdirmek diye bir şey olmadığını biz yetişkinler biliyorduk değil mi?

İşimi yaparım önüme bakarım da olmuyor. O zaman şunlara dikkat etmek gerek,

İlla salata yiyeceğim diye tutturmak olmaz, ilk zamanlarda istemesen de gidip kebap yiyeceksin. Kahvaltı etmiyorsan da edenlerin yanında sohbet edeceksin. İyi akşamlarına karşılık sadece “hafif uğultu” geliyorsa pes etmeyecek, gözlerinin içine baka baka günaydın-afiyet olsun-iyi akşamlar diyeceksin.

Kim ne derse desin, bu konu tek taraflı çaba ile olmuyor. İşveren (vekili) işe başlayan kişinin sıcak bir karşılama ile oryantasyonunu yapmakla mükellef. Doğrudur. Tüm gerekli

şartları eksiksiz sağlamalı, pozitif yaklaşımla alışmasına imkan tanımalı falan filan. Ancak işe yeni başlayan kişi de kesinlikle proaktif olmalı, edilgen olmamalı.

İletişim yönetimi, ilişki yönetimi dediğin şey emek ister. Sabır ister. Güven dolu bir ilişki yaratmak bir günde, bir haftada olmuyor. Bu yüzden her iş değişimi yeniden sıkı bir efor harcamak demek, kim demiş rahatlık alanından çıkmak kolay diye…

“Sabırlı olmak, aktif olmak, umutlu olmak, enerjik olmak, odaklanmak, çokça gözlem yapmak, dozunda konuşmak, bolca dinlemek” anahtar kelimelerim.

Mükemmel insan, mükemmel işveren, mükemmel çalışan yok ama hakkını veren, vermeye çalışan, daha iyiyi hedefleyen var.

Herkese kendini gerçekleştirebileceği, gün geçtikçe aldığı lezzetinin artacağı işler, işyerleri nasip olsun… Mutsuzluğu doğru analiz edebilecek bir yetenek, eğer gitme zamanı geldi ise cesaret ve kendisi için en uygun seçeneğe ulaştıracak bol şans bir de!

canel Yazar:

İlk Yorumu Siz Yapın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir